29 Aralık 2010 tarihinde Radikal gazetesinde Dror Ze’evi imzalı bir yorum yazısı yayımlandı. “İsrail ve Türkiye: Yalnız Demokrasilerin Dostluğu” başlığını taşıyan yazı temelde söz konusu iki ülkenin bölgelerinde demokratik rejime sahip ülkeler olduklarını ve tam da bu nedenle bir dostluk kurabileceklerini söylüyor. Üstelik iki ülke arasındaki “derin tarihsel birikimlerin ve çok özel stratejik değerlerin” bu iki ülkeyi yakınlaşmaya mahkûm kıldığını da belirtiyor. Fakat yazar bu argümanların 1990’larda kaldığını, “yalnız demokrasiler” söyleminin bu dönemde üretilmiş bir mit olduğunu ve bu miti kullanıma sokacak koşulların artık ortada olmadığını göremiyor.
Yalnız Demokrasilerin altın çağı
Türk-İsrail ilişkilerini anlatan bir metin 1990’lardaki durumu anlatırken şu ifadeye yer verir: “Türkiye’nin modern Batı yanlısı bir devlet olan İsrail ile ilişkileri laik, Batıcı Türk seçkinleri tarafından Türk toplumunun kimliği üzerindeki kendi mücadelelerini kısmen destekler gibi” durmuştur. Diğer bir ifadeyle İsrail ile ilişkiler Kemalist kadro tarafından yükselen politik İslam’a karşı bir hamle olarak öne sürülmüş ve büyük ölçüde bu iki ülkenin laik, demokratik ve Batı-merkezli olma gibi ortak özellikleri üzerine inşa edilmiştir.
“Yalnız demokrasiler” miti de böylesi bir ortamda kullanıma sokulmuş ve özellikle askeri bürokratik çevre tarafından savunulmuştur. Örneğin dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir İsrail ile birlikte yapılacak olan ortak deniz tatbikatını “Türkiye ile İsrail, bölgedeki iki demokratik ülkedir. Bölgeye, demokrasilerin birlikte iş yapabileceğini göstermek zorundayız” argümanı üzerine bina edebilmiştir. Yine benzer bir şekilde dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı Şubat 1997’de İsrail’e yaptığı ziyaret sırasında “İsrail’le Türkiye’nin bölgelerinde demokratik yegâne iki ülke olmasının” ilişkilerin gelişmesini kolaylaştırdığını açıklamıştır.
1990’larda etkin bir şekilde devreye sokulan bu mitin “masum” olduğu söylenemez. “Yalnız demokrasiler” miti sayesinde sivil politik alan ilişkilerde devre dışı bırakılırken, ilişkilerin yürütülmesinde dönemin bir yazarının ifadesiyle “Dışişleri Bakanlığı’nın yüksek düzeyli bürokratlarıyla Genelkurmay Başkanlığı’nın üst komuta kademesine” ayrıcalıklı bir rol verilmiştir. Bunun doğal sonucu da karşılığını Orgeneral Çevik Bir’in İsrail gezisi sırasında dile getirdiği ifadelerde bulmuştur: “hükümetler şapka gibidir, gelirler giderler. Kalıcı olan devlettir.”
Yalnız Demokrasiler Mitinin Sonu
“Yalnız demokrasiler” yalanı çok fazla sürdürülebilir bir şey değildi ve bu argümanı sarsan ilk ve etkin sivil itiraz Cengiz Çandar’dan gelmiştir. Çandar 2000 yılında yazdığı bir yazıda “Türkiye, tüm bölge halklarının öfkesine muhatap olmaya başlayan bir saldırgan ‘askeri cihaz’ın, bir numaralı ‘askeri ortağı’ olma ayıbına da katlanamaz” ifadelerini kullanmıştır. Kısa bir süre sonra 2002 yılında İsrail’in Filistinlilere karşı gerçekleştirdiği acımasız işgal ve Yaser Arafat’ın karargahına sıkıştırıldığı o unutulmaz görüntü İsrail’le kurulan yakın ilişkilere yönelik sivil politik itirazları artırmıştır.
Dönemin Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz, 2002 yılında İsrail’e verilmesi planlanan bir ihaleye ilişkin olarak Filistin’in işgali “çözülene kadar [bu ihaleyi] askıya almanın yararlı olduğunu” belirtmiş ve neden böylesi bir dönemde bu anlaşmanın imzalandığını sorgulamıştır. Yılmaz yalnız değildi ve basında birçok kalem bölgede şiddetin temsilcisi olan İsrail ile yapılan bu ve benzeri anlaşmaları tartışmaya açmıştır. Dolayısıyla henüz 2000’lerin başında “yalnız demokrasiler” miti özellikle Türkiye’deki sivil politik alan tarafından sorgulanmaya başlanmıştır.
AKP iktidarı da “yalnız demokrasiler” mitinin altının oyulmasına katkıda bulunmuş ve üstelik bu mitin iki ülkeyi birbirlerine mahkûm eden ve geri kalan devletleri bu yakınlığın dışına çıkaran işlevine de son verilmiştir. 2000’lerle birlikte sivil politik alanın dış politikada asker ve bürokrasinin etkinliği devralması 1990’larda üretilen bu ve benzeri mitleri tartışmaya açmış ve sorunsallaştırmıştır. Bugün artık kimse İsrail’in bölgedeki (Türkiye dışındaki) yegâne demokrasiyi temsil ediyor diye başına buyruk davranma hakkı olduğuna inanmıyor. Özellikle de Filistinlilere (ve daha birkaç sene önce Lübnan’a) karşı uyguladığı şiddet ortadayken.
Dror Ze’evi’nin talihsizliği 1990’larda yazsaydı “anlamlı” olabilecek yazısını mitin artık anlamını kaybettiği bir zaman diliminde kaleme almış olması. Üstelik “yarı totaliter ve bağnaz uygulamalarla dolu olan bu bölgede, İsrail ve Türkiye… demokrasiler olarak iki önemli değeri oluşturmaktadır” gibi talihsiz bir analiz de mahkum edilmeyi hak ediyor. Buram buram Şarkiyatçılık kokan bu ifadenin açıklayıcı bir analiz olarak hala kullanıma sokulabilmesinin tuhaflığına mı, yoksa Radikal gibi bir gazetenin de bu “mite” omuz dayadığına mı şaşırmak gerekiyor.
Not: bu yazı 2 Ocak 2010 tarihinde kaleme alınmıştır.