Aşağıda Dersim Harekatı ile ilgili TBMM tutanaklarından bir belgenin analizini okuyacaksınız, yazı daha önce bir yerde yayımlanmamıştır.
1937 ve 1938 tarihlerinde Dersim/Tunceli bölgesinde yaşananlar konusunda devletin hafızası yani Meclis tutanakları büyük bir sessizliğe bürünür. Bu tarihlerde yaşananların Meclis’te bir karşılık bulduğu istisnai olay İsmet İnönü’nün 18 Eylül 1937’de Meclis’te “Tunceli ıslahatı hakkında” verdiği beyanattır. Fakat İnönü’nün yaşananlara dair söyledikleri “silahları kullanmak için hiç bir tereddüt olmadığı halde isyan edenlere karşı silah kullanan ordu heyetleri ve Cumhuriyet jandarması… son derecede şefkatle, kuvvet içinde mündemiç olan şefkatle, hareket” ettiği bilgisi ile sınırlıdır.
Bu suskunluğu Meclis düzleminde bozan gelişme 2884 Sayılı Tunceli Kanunu’nun süresinin uzatılmasına ilişkin görüşmelerin yapıldığı 7 Temmuz 1939 tarihli Meclis görüşmeleri olmuştur. Bu görüşmeler sırasında dönemin Dâhiliye Vekili Faik Öztrak’ın ve diğer bazı vekillerin konuşmaları bu konuda en kapsamlı malumatı sunması açısından önemlidir. Bu konuşmalar devletin neden Dersim’le ilgilendiğinden, olayların sorumlusunun kimler olduğuna ve alınan önlemlerden devletin planlarına kadar birçok şeyi ifşa eder. Bu nedenle yazının geri kalanı bu konuşmanın dolaylı aktarımı ve konu vesilesiyle konuşan diğer vekillerin ifadelerini sunmak şeklinde ilerleyecektir.[1]
Etrafına Zarar Veren Dersim
Meclisteki bu konuşmada Dersim kendi başına buyruk hareket eden, etrafına zarar veren, sürekli bir asayiş sorunu olan ve dört yüz yıldır bu şekilde varlığını sürdüren bir bölge olarak tanımlanır. “Cumhuriyet, Dersimi seyyidlerin ve ağaların tahakküm ve tagallübü altında, Hükümet nüfuzundan uzak, Devlet kanunlarının tatbikatına silahla mukavemet eder, civarına yağma ve talan ile mütemadiyen zarar verir, kendi içinde daimi bir asayişsizlikle malul bir halde buldu ve bu hal dört yüz seneden beri böyle devam edip gelmiş idi”.
“Cumhuriyet idaresinin bu halin böyle devamına müsaade etmeyeceğini hisseden seyyidlerle ağalar cahil halkı istedikleri gibi emirlerine ram etmekten mahrum kalacaklarını anlıyorlardı. Bunun için Kocuşağı aşireti Şeyh Said isyanından sonra azgınlık gösterdi. 1926, senesinde hu hareket bastırıldı”. Öztrak’ın aktardığına göre, devlete karşı bu ilk isyanın ardından bazı önlemlerin alınması fikri ilk kez devletin zihninde oluşmuştur. “İkide birde tekerrür eden isyanların ve etrafa mütemadiyen vaki tecavüz ve tasallutların önüne geçmek ve Dersimde esaslı Islahata girişmek için oradan silahların toplanması lazım idi”.
Devlet ilk önlemini 1933 yılında alsa da, bundan bir sonuç elde edememesi onu daha ciddi önlemlere yöneltti. “1933 senesi yazında yapılan silah arama hareketi beklenen neticeyi vermedi ve anlaşıldı ki Dersim işinin katği ve devamlı bir surette halli için çok ciddi tedkikat yapmak ve esaslı surette işe başlayıp katği neticeyi alıncaya kadar ısrar ile çalışmak lâzımdır. Dersim’in bu şekilde ele alınmasını belirleyen de İsmet İnönü olmuştur. Öztrak’a göre, “bu lüzumu takdir eden o zamanın Başvekili ve bu günkü Milli Şefimiz şark seyahatlerinde bu işi tedkik ve çarelerini de tesbit buyurdular”.
“1936 senesinde Yüksek Meclisçe kabul buyrulan 2884 numaralı kanunun büyük bir dikkat ve basiretle tatbikine girişildi ve bunun derhal tesiri görülmeğe başladı. Dersimin dahilî manzarasında büyük bir salâh göründü. Her sene civar vilâyetlere yapılmakta olan tecavüzler durdu ve Dersimin dahilî asayişinde de hayli salâh hâsıl oldu. Dördüncü umumî müfettişliğin bu isabetli icraatı Tunceli halkını huzura kavuşturdu. Hükümete itimada şevketti. Kısa bir zamanda Hükümete (788) silâh teslim ettiler. Mücrimlerin çoğu. Hükümete teslim oldular. Hükümet otoritesi Tunceli’nin her tarafında yerleşmek ve Devletin kanun ve nizamları, her tarafta hâkim olmak için muhtelif yerlerde nahiye ve karakollar tesisine girişildi ve bunlar bir birine telefonlarla, köprülerle bağlamağa başlandı.”
Katği Bir Tedib Hareketi
Öztrak’a göre, kanun bağlamında alınan tedbirler yeterli olmadı. “Ancak Hükümetin bu ciddî ve esaslı tedbirleri ağalara ve seyyidlere tegallüb ve tahakküm devrinin, çalışmadan halk sırtından geçinmenin, halka efendi olup onu esir gibi kullanmanın sona ermekte olduğunu anlattığı için bu zümre bir tecrübeye daha girmek istedi ve orman kanununun tatbikini halkı ifsad için vesile ittihaz eyledi. Filhakika bu ifsadkâr propaganda muvaffak oldu. 1937 senesinin martı içinde Şarki Dersim mıntıkasında Yusufan ve Bemenan aşiretleri nahiyeler arasındaki köprüleri ve telefon hatlarını tahrip ederek fili harekete başladılar. Bunlara Haydaran aşireti ile Seyid Rıza’nın aşireti olan yukarı Abbasuşağı aşireti de katıldı.”
“31 Aralık 1937 tarihinde Kalan mıntıkasında Mansur uşağı köyünde jandarmalarımıza ve Diztaş köyündeki jandarma karakolumuza tecavüzler vaki oldu. Bunun üzerine üçüncü ordu kıtaatının da iştiraki ile 1938 senesinde katği bir tedib (haddini bildirme) hareketine geçildi. Bu hareketin sonunda Koç ve Kalan mıntıkaları yasak bölge ilân edildi ve sakinleri Garbe naklolundu. Bunların iğinden isyanda temerrüd edenler sarp dağların arasında ve mağaralarda barınarak mukavemette ısrar ettiler. Hükümet de tedbirlerinde devam etti. Yolları, Hükümet konaklarını, mektepleri, karakolları, kışlaları, muntazam bir plan ve programla ikmal yolunu takib eyledi. Bu seneye kadar hal bu suretle devam ederek nihayet Koç mıntıkasında kalanların bir kısmı tenkil edilmiş ve bir kısmı da son zamanlarda Hükümete teslim olmuşlardır. Bu gün Dersimde Koç mıntıkası haydutlardan tamamen temizlenmiş bir hale gelmiştir.”
Sağlam bir Hükümet Nüfuzu
Konuşmasının daha sonraki kısmında bölgede yapılan bina inşaatları, köprüler, yollar ve memur ve subay evleri hakkında rakamlar verdikten sonra Öztrak kanunu neden uzatmak gerektiği hakkında bilgi vermiştir. “İstihsal edilen ve kısa bir zamanda ikmal edilecek olan neticenin yani Dersimde sağlam bir Hükümet nüfuzuna dayanan geçici değil, müstakar, daimî ve asla bozulmayacak olan nizam ve asayişin ebediyen takriri ve başlayan imar ve temdin işinin artık oralarda hiç kimsenin yolunu şaşırmasına imkân vermeyecek derecede genişleyip kökleşmesini temin arzusudur. Burada geçici bir idare değil, müstekar ve medenî bir Devlet teşkilâtı vücuda getirmek noktasından, Tunceli kanunun bu güne kadar verdiği müsbet neticeyi, yani bozulamaz ve geri dönülmez fikrini tam olarak verinceye kadar idame etmek lâzımdır fikrindeyiz.”
Kanunun verdiği geniş yetkileri Devletin hassas bir şekilde kullandığının da altını çizmiştir. “Tunceli kanunu vazifedarlara çok kuvvetli salâhiyetler vermiş olmasına rağmen bu salâhiyetlerin en büyük dikkat ve itidal ile ve daima yerinde kullanılmış olduğunu iftiharla huzurunuzda arz ederim.” Bütün bunlardan elde edilen sonuç ise tam istenildiği gibidir. “Düne kadar Hükümet otoritesinin ve nizam kuvvetlerinin nüfuz edemediği bir mıntıka bu gün küçük bir parçası müstesna olmak üzere, emniyet ve huzura kavuşmuş, seyyidlerin ve ağaların zebunu ve esiri olmaktan kurtularak meşru ve adil bir Hükümet idaresinin nimetlerinden istifade eder bir hale gelmiştir.”
Öztrak konuşmasını bölgeyi ıslah eden ordu kuvvetlerine minnet ve saygılarını sunarak bitirmiştir. “Asırlık şekavet ve itaatsizlik yuvası olan Dersimi vatanın sakin ve nizama riayetli bir mıntıkası haline getirmek için aziz canlarını feda etmiş olan kahraman Türk çocuklarının hatırasını hürmet ve minnetle anmağı vazife bilirim. Bize bu neticeyi temin eden ordumuzun ve jandarmamızın kahramanca fedakârlıklarını, kendilerine büyük salahiyetleri kullanmak mesuliyetini tevdi ettiğimiz vazifedarların işlerinde gösterdikleri gayret ve basireti ve nihayet hepsinin yurda ve vazifeye bağlılıklarım takdirinize arz ederken büyük bir haz duymakta olduğuma inanmanızı rica ederim.”
Kökleşmiş Bir Şirpençe
Öztrak’tan sonra söz alan Elazığ Vekili Fethi Altay, konuşmasına meselenin tanımı ile başlar. “Eski Hükümetlerin gözünde bir heyula gibi duran bu belâ Türklüğün sırtında kökleşmiş bir şirpençe sayılırdı. Bunun tedavisine, şifasına çalışanlar oldu. Bu uğurda zaman zaman tedbirler alındı. Kanlar döküldü. Hiç biri müsmir bir netice ile bitmedi. Bu hain yara o kadar devanapezir görülüyordu ki, bazen düşmanları bile ümide düşürdü. Buna rağmen en had devrelerinde bile birer pansuman tedbiri ile idare edildi. Bir kaç defa onu ameliyata tâbi tutmak düşünüldü. Fakat o zamanki idareler ancak beceriksiz ve tecrübesiz bir müdahale ile kanatarak elim ve acıklı safhalara soktular.”
Altay yapılanları büyük bir özenle yapılan bir ameliyata benzetir. “Fevkalâde salâhiyetleri ihtiva eden o kanun bu gün en iyi şekilde tatbik edilmiş, müsmir neticelerini vermiş bulunuyor. Yani istediğimiz ameliyat muvaffakiyetle yapılmıştır. Cumhuriyetin kıymetli idarecileri, kumandanları bu muvaffakiyetle iftihar etseler yeri vardır. Asırların çare bulamadığı bu mübrem belâyı Cumhuriyet devri halletmiştir. Tarih bunu böyle kaydedecektir… Hükümetimiz Dersim işini hallederken kiyaset, şefkat, imar ve nihayet adaletle ihya esasını düşünmüştü ki, bu, evvelki tenkil hareketlerinin tedbirlerinin yalnız usulsüz bir şiddete müracaat ederek muvaffak olamadığı bir yol değildi.”
Devletin bölgede neler yaptığına ilişkin ise şu bilgileri vermiştir. “Cumhuriyet Hükümeti evvelâ kiyasetini kullandı. Hemen bir sene onları yola getirmek için irşada çalıştı, bu vesile ile Hükümetin bir neferi girmemiş en hücra köşelerine sokuldu, adeta ilmî etüdler yaptı. Bu sayede Dersimin ruhunu tanıdı. Islâhattaki muvaffakiyetin mühim sırrı da bu olmuştur. Ondan sonra şefkat ve imar gelmiştir ve en sonradır ki, mabedini adaletle ikmal etmeğe mecbur kalmıştır… Bu gün tabiatın ikinci bir Habeşistan’ı olan Dersimde sarp dağlar, vahşi vadiler, köprüsüz nehirler, muazzam betonarme köprülerle muntazam taşkışlalar, modern mektebler, Hükümet konakları ile süslenmiş ve süsleniyor. Her tarafta Hükümet kudreti, Hükümet nuru parlıyor. Bu imar ve ıslah hareketi reklamsız sessiz bütün hızı ile yürüyor.”
Daha sonra söz alan Bingöl Vekili Feridun Fikri de, Tunceli kanununu “Cumhuriyetimizin şefkatli ve kudretli eli ile Tunceli’nde başlayan esaslı ıslah ameliyesinin muvaffakiyetini temin eden en büyük unsurlardan biri olarak” tanımlamıştır. Kanun ve sonrasında yapılanlardan memnuniyetini ise şu şekilde dile getirmiştir. “Gerek imar, gerek terbiye safhasında ve gerek umumî vaziyeti itibari ile hakikaten Türkün esaslı bir yurdu ve esaslı bir köşesi olan ve bütün evlâtları Türk kanından iken her nasılsa biraz ihmal yüzünden bu güne kadar âtıl bir vaziyette kalarak menfi bir vaziyet almış olan bu vatan köşesinin de, buyurdukları gibi, her hangi bir memleket köşesi gibi, taassubdan ve cehaletten kurtulmuş bir vaziyet almasını görmek mucibi saadettir.”
Dersim Türk’tür
Feridun Fikri’nin ardından söz alan İstanbul vekili Kazım Karabekir ise, bölgede yaşayanların Türk olduklarını ve Türklüklerinin onlara hatırlatılması gerektiğini belirtmiştir. “Dersim Türktür. Orada gayet az Kürt vardır. Bunun delili olmak üzere, ister coğrafî isimlere, ister Koç uşağı, Bağlı uşağı gibi, ta eskiden beri gelen Türk isimlerine, isterse fizyonomiye bakılsın, tamamı ile bu halkın Türk olduklarını gösterir. Fakat buranın sapa bir yer olması ve vakti ile Kürtlerden asker alınmaması dolayısı ile oradaki Türkler de Kürt unsuruna temessül etmeği faydalı görmüşlerdir. Onun için yapılacak ıslahatta her türlü tedbirlerle, gerek çocuklarını mekteplerde okutmakla, gerekse halkın içerisine bir takım münevverlerimizi göndermek sureti ile kendilerinin halis Türk olduklarını, yani mazinin Hititlerden kalmış diğer Kürt tabakası gibi değil, tamamı ile bizden hiç farkı bulunmayan Türk olduklarını bunlara sindirmeliyiz.”
Karabekir’e göre bu bölgede yaşayanların Kürt olduğunu düşünmeleri büyük ölçüde dış güçlerin bir oyunudur. “O mıntıkadan menfaatler bekleyen, bazı büyük devletler mütemadi surette onların ırk nazariyesi ile oynuyor ve içlerine Kürd vaziyetinde başka unsurlardan olan bazı ilim adamları da karıştırarak onları bizden ayırmağa çalışıyorlar. İstiklâl harbinde tuttuğum güzel sistem şu idi: Kürd sanılan mıntıkanın eski Hititlerden olup binaenaleyh Türk olduklarını, Dersimin ise tamamı ile Selçuk Türklerinden olduğunu aşiret beylerine telkin etmek sureti ile çok büyük bir fikrî inkılâb hazırlanmıştı. Onun için Hükümetten rica ediyorum, Dersim mıntıkası halkına, ki Hükümetimizi ve Devletimizi çok uğraştırmıştır, öz Türk olduklarını her vasıta ile, muhtelif kanallarla anlatmak lâzımdır.”
Son olarak tekrar söz alan Dahiliye Vekili Faik Öztrak, Karabekir’i destekleyen ifadeler kullanmıştır. “Hiç bir vakit Dersim halkının Türk olduğunu inkâr etmedik ve hiç bir zaman bunu gözümüzden uzak tutmadık. İçlerinde şayet asıllarını muhtelif sebeplerden dolayı unutmuş olanlar varsa onlara da ne olduklarını anlatmak için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz ve yapacağız.” Onlara Türklüklerini hatırlatmak için devletin düşündüğü önlemlerden de bahsetmiştir. “Büyükler için bulundukları noktadan kendilerini hakikate irca sebeplerini hazırladığımız gibi, bilhassa küçükler için daha esaslı tedbirler üzerinde durmaktayız. Bunun en emin yolunun ne olduklarını anlamış, anaların yetişmesinde bulduğumuz için, bilhassa küçük kız çocukları için düşündüğümüz tedbirlere daha müessir olacaktır.”
Değerlendirme
Bu belge Atatürk’ün 1 Kasım 1935’de TBMM’nin açılışında dile getirdiği “Dersim bölgesinde esaslı bir ıslahat programının tatbiki da düşünülmüştür” ifadeleri ile devletin esaslı bir şekilde ele almaya başladığı Dersim meselesinin bölgede çıkan isyanlardan çok dönemin ulus-devlet anlayışının bir ürünü olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Bu durum belgede görüldüğü üzere devlet adına konuşmaya yetkili kılınan figürlerin Türk ve Türkleştirme vurgusunda açık bir şekilde görülebilir. Tekrarlamak pahasına yeniden belirtmek gerekirse, “Türklüğün sırtında kökleşmiş bir şirpençe” olarak tanımlanan Dersim sorunu bu figürlere göre, “muvaffakiyetle yapılmış ameliyatlar” yani 1937–1938 operasyonları sayesinde çözümlenmiş oluyordu. “Türkün esaslı bir yurdu ve esaslı bir köşesi olan ve bütün evlâtları Türk kanından” olan bu bölgenin ulus devlete entegre edilmiş olması bir “mucibi saadet” şeklinde tanımlanmıştır. Bu durumda geriye kalan ise, Kazım Karabekir’in ifadeleriyle “gerek çocuklarını mekteplerde okutmakla, gerekse halkın içerisine bir takım münevverlerimizi göndermek sureti ile kendilerinin halis Türk olduklarını, yani mazinin Hititlerden kalmış diğer Kürt tabakası gibi değil, tamamı ile bizden hiç farkı bulunmayan Türk olduklarını bunlara sindirmektir”.
[1] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Cild: 4, Devre: VI, İçtima: 1, Otuz Yedinci İnikad, 7.VII.1939, Cuma
söylediklerinize bir ölçüde katılıyorum elbet. Lakin ben söylemin (ifadenin) içinde çıktığı koşulları yansıtan özel bir durumu olduğunu düşünüyorum. salt retorikten ibaret değildir ifade. bir hayli özenli olan, yani alelade bir şekilde ağızdan çıkmayan şeylerdir. Üstelik meclis zabıtları gibi devletin bizzat kendisine ait olan ifadeleri salt tutku-yoğun değerlendirmemek gerekiyor. yoksa başka devlete dair elimizde ne kaynak kalır ki?