Beni Takip Edin !

Sabah, 10 Eylül 2016’da yayımlanan yazının (kısaltılmamış) orjinal hali.

alibalci_solpkkopenDemocracy web sayfasında 20 Ağustos 2016 tarihinde Suriyeli bir Kürt olan ve iç savaş nedeniyle ülkesinden ayrılmış Cihad Hammy, “Türkiye’de Siyasetin İki Vizyonu: Otoriter ve Devrimci” başlıklı bir yazı yayımladı.[1] Yazının bir yerinde Hammy aşağıdaki cümleleri kuruyor: “Bugün Türkiye’de iki vizyonun rekabetine şahit oluyoruz. Bir tarafta Erdoğan Carl Schmitt’in siyasi çizgisini izlerken [yazıda Schmitt Hitler rejiminin tutkulu savunucusu olarak tanıtılıyor], diğer tarafta Erdoğan’ın siyasetine külliyen karşı olan radikal siyasete eğilimli olanlar. 1999’dan beri İmralı hapishanesinde yapayalnız tıkılı olmanın zor koşullarına rağmen, Kürdistan İşçi Partisi’nin ideolojik babası ve düşünür Öcalan, Hannah Arent ve Murray Bookchin gibi filozofların düşüncesinden devşirdiği devrimci siyaset kavramını geliştirdi. Bu tarz siyaset Kuzey Kürdistan’daki (güney doğu Türkiye) ve Rojava’daki Kürt Özgürlük Hareketi tarafından hayata geçirilmektedir. Onların devrimci siyaseti ulus-devlete meydan okuyan ikili bir iktidar yaratmayı amaçlamaktadır: tabanda gelişen meclislerce işleyen devlete ait olmayan bir kamusal alan ve bunla bir arada bulunan yüz yüze direkt demokrasi yoluyla halk tarafından seçilen demokratik belediyelerin konfederasyonu.”

Hammy bu analizini Türkiye’deki mevcut siyasete taşıyıp şu anahtar cümleyi kuruyor: “Erdoğan’ın siyaseti ile Öcalan’ın siyaseti devrimci ve demokratik siyaseti kucaklayan HDP’nin Haziran seçimlerinde büyük bir zafer kazanıp %10’luk seçim barajını aşıp meclise girmesiyle kafa kafaya çarpıştılar”. Dolayısıyla Hammy’nin Batılı okuyucuya ve dolaylı olarak da bize anlatmaya çalıştığı şey Erdoğan’ın otoriter siyaseti ile Öcalan’ın devrimci siyaseti arasında bir tercih ile karşı karşıya olunduğu, ilkinin karanlık dünyası karşısında ikincisinin özgür ve demokratik vaadinin tercih edilmesi gerektiği. Bu noktada sorulması gereken ilk kritik soru şu: Hammy böyle bir analizi yapan tek kişi mi? İkinci soru ise şu: Hammy’nin bu yazısı openDemocracy’de bağımsız bir entelektüel analiz olarak nasıl yer alabiliyor? Misal başka bir terör örgütünü bir özgürlük şenliği şeklinde sunan entelektüel bir yazıyı aynı web sayfası yayınlar mı? İlk sorunun cevabı ikinci soruya da dolaylı bir cevap verdiği için önemli. Kestirmeden söylemek gerekirse, hayır, Hammy bu analizinde yalnız değil, Batı’daki ve bizdeki Erdoğan karşıtı sol dil içinden konuşuyor ve önemli ölçüde bu dilin argümanlarını kullanarak yazısını yazıyor. David Harvey ve Slavoj Zizek’in Rojava bağlamında söylediklerinden çok farklı bir şey söylemiyor.[2]

İkinci soruyu yeniden formüle edelim: “Batı’daki” sol platform ve kurumlarda Öcalan ve PKK kaynaklı Kürt hareketi ve fikri nasıl oluyor da kendisine yer bulabiliyor ve bu kurum ve platformlardan geçerek “meşru” bir şekilde bize konuşabiliyor? Bu soruya sol içinde bazı antropologların ortaya attığı ve 1990’larda tartışılan temel bir kavram etrafında cevap verilebilir diye düşünüyorum: “romance of resistance”, Türkçesiyle “direniş sevdası”. Buna göre, sol literatürün temsilcileri mevcut iktidar yapılarına/odaklarına direnen, bu ister silahlı isterse silahsız direniş formunda olsun, hareketlere karşı fazla detaya girmeden sempati besleme refleksine sahip. Elbette bu refleksin iki önemli koşulu var: birincisi bu direniş hareketleri seküler bir siyasi programa sahip olmalı, ikincisi bu hareketlerin solun geliştirdiği direniş dilini kullanması. Sadece ilk koşulu karşılayan hareketlere daha dolaylı (demokratikleşme üzerinden) ve kesintiye uğrayabilen bir destek verilirken, iki koşulu da karşılayan hareketler bir özgürlük şenliği ekseninde daha kararlı bir desteği alabiliyorlar. Solun buradaki temel varsayımı, iktidara karşı direnişin bir özgürleşme getireceği ve tam da bu nedenle insanları bir krizle karşı karşıya bırakan kapitalist sistemde ciddi bir gedik açabileceğidir.

Soldaki bu ön kabul, ilgili “direniş” örgütünün nasıl bir yöntem izlediği, nasıl bir toplum ve düzen vadettiği gibi “detayların” üzerini örttüğü gibi aslında çok önemli bir ihtimali de ıskalamak ile malul. Örneğin PKK’nın direniş sonunda elde etmeyi umduğu bağımsız Kürt devletinin bir özgürlük şenliği olacağının garantisi nedir? Diğer bir ifadeyle, direnişin başarıya ulaşması durumunda kurulacak yeni düzenin başka tür dışlama ve hükmetme pratiklerinden bütünüyle beri olacağından nasıl böylesine emin olabiliyoruz. Suriye’nin kuzeyindeki deneyimlerde yaşanan bazı dışlama pratikleri[3] bu konuda emin olmanın sorunlarını net bir şekilde gösteriyor. Buna gelmeden benzer argümanlarla normalleştirilen hareketlerin iktidarı ele geçirdiğinde nasıl tüm özgürlük alanlarını kapattığına dair elimizde sayısız örnek de mevcut (başta Sovyet deneyimi olmak üzere). Dolayısıyla bu hareketleri bir özgürlük potansiyeli olarak sunmak solun bu hareketlerdeki iktidar ilişkisini ıskalamasını ve bu nedenle ciddi bir yanılgıya düşmesini beraberinde getiriyor. Diğer bir sorun da, bu örgütler ile savaşan mevcut devletleri salt bu savaşından yola çıkarak tanımlama ve anlama sol entelektüelleri örneğin, Türkiye’deki AK Parti iktidarını DAEŞ ile aynı kefeye koymaya[4] kadar götürüyor. Dolayısıyla sonuç, sol entelektüeller hem bir özgürlük ihtimali olarak gördüğü örgütü hem de onunla mücadele eden devlet yapılanmasını çarpıttığı bir analizle okuyucuları baş başa bırakıyorlar.

[1] “Two visions of politics in Turkey: authoritarian and revolutionary, openDemocracy.com, 20 August 2016

[2] David Harvey, küçük rezervlerine rağmen Rojava’da kurulan sistemin kapitalist modernitenin tüm dünyada yarattığı krize bir alternatif olabileceğini söylerken, Zizek de Kürtleri (elbette Rojava’da savaşanları) Ortadoğu’nun en ilerici halkı olarak tanımlarken, hem burayı ziyaret etmek hem de Öcalan ile tanışma isteğini dile getirdi. Bkz. “David Harvey: reclaiming the city from Kobane to Baltimore”, roarmag.org, May 26, 2015; “Slavoj Zizek: Kurds Are The Most Progressive, Democratic Nation In The Middle East”, kurdishquestion.com, 22 October 2015

[3] “Syria: Abuses in Kurdish-run Enclaves Arbitrary Arrests, Unfair Trials; Use of Child Soldiers”, Human Rights Watch, June 18, 2014

[4] Onur Erem (Röportaj), “Samir Amin: AKP ile IŞİD’in zihniyeti farksız”, Birgün, 4 Eylül 2016,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.