Sokak Köpekleri
- Kategori : Gazete Yazısı
- Yorum Yok
Radikal 2, 22 Haziran 2008
Türkiye’deki sokak köpeklerinin tarihi, Osmanlı”dan günümüze “dışarı atma”, “imha”, “kapatma” ve “tıbbileştirme” kavramlarıyla ele alınabilir.
Bir süre önce ajanslara düşen bir haber A’dan Z’ye hemen herkeste rahatsızlığa neden oldu. Haber, sokak köpeklerine ait bir toplu mezar bulunduğuna ilişkindi. Bir vatandaşın “itlaf edilen köpeklerin topluca gömüldüğü yerler var” ihbarı üzerine harekete geçen Hayvanları Koruma Derneği Antalya Şubesi ve Konyaaltı Dostları Derneği üyeleri, iş makineleriyle Varsak beldesindeki ormanlık alana gelerek bu toplu mezarları ortaya çıkardı. Devletin sokak köpeklerini bu şekilde ele almasında problemli yan nedir ve böylesi bir olay nasıl olur da toplumun geniş kesiminde bir rahatsızlığa yol açabilir? İki sorunun cevabı da modernleşme tarihimizle yakından ilgilidir ve bu sorulara cevap vermeden önce sokak köpeklerinin ele alınmasındaki tarihsel seyre bakmakta fayda var. Sokak köpekleri ilk kez ne zaman devlet tarafından toplu olarak ele alınmış, bu ele alma yöntemi nasıl olmuş, bu yöntem dönemlere göre bir farklılık göstermiş mi, göstermişse farklılık hangi koşulların ürünü olmuştur gibi soruların cevaplanması gerekir.
Hayırsız Ada
Bizde kurumsal iktidarın sokak köpeklerini ilk kez ele alması II. Mahmud dönemine rastlar. Sokak köpekleri ilk defa bu dönemde ayrıştırıldı ve bu kitleye dahil olanlara yönelik topyekûn bir politika yürütüldü. Bunun Osmanlı modernleşmesinin hararetle ele alınmaya başlandığı bir dönemle örtüşüyor olması elbette bir tesadüf değildir. Devletin ayrıştırmaya gittiği ve bunun sonucunda ortaya çıkan kategorileri tek tek ele aldığı bir dönemde sokak köpeklerinin bu uygulamadan kaçması da zaten mümkün değildi. Bir İngiliz turistin sokak köpeğinden zarar görmesi sokak köpeklerinin ilk kez ele alınması sürecini tetikledi ve bizzat bu köpek üzerine işlem yapmaktan ziyade, II. Mahmud İstanbul’daki tüm sokak köpeklerini ilgilendiren bir karar aldı: “Sokak köpekleri tez elden toplana, teknelere konula ve Hayırsız Ada’ya bırakıla”.
II. Mahmud’la birlikte başlayan bu uygulama Sultan Abdülaziz döneminde de devam etti ve köpeklerin başıbozukluğunun önüne geçme yönünde uygulanan “dışarı atma” merkezli bu çözüm uzun yıllar etkin şekilde kullanıldı. Parantez içinde belirtmeliyim ki, II. Abdülhamit döneminde “Kuduz Enstitüsü”nün kurulmuş olması kurumsal iktidarın sokak köpeklerini “dışarı atma” yoluyla ele aldığı gerçeğine halel getirmez. Nitekim özellikle İttihat ve Terakki dönemi bu politikanın en etkin olarak uygulandığı bir süreç olarak karşımıza çıkıyor.
Osmanlının son dönemlerinde ikinci bir uygulama olarak “imha” gündeme geliyor. 1900’lerin başında İstanbul Belediye Başkanlığı yapan ve anılarında 30 bin köpek öldürdüğünü belirten Cemil Topuzlu ile birlikte “imha”, kurumsal iktidarın sokak köpeklerini ele almasında önemli bir yöntem olarak devreye giriyor. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında da “dışarı atma” ile “imha” yöntemleri aynı anda uygulanmıştı. Fakat bir süre sonra “dışarı atma” yerini büyük ölçüde “kapatma” politikasına bırakacaktı.
Tıbbileştirme
Sokak köpeklerinin hayvan barınaklarına tıkılması ve imhası, Cumhuriyet döneminde uzun süre uygulanan iki politika oldu. Barınaklara tıkma zamanla sokak köpeklerini tıbbi olarak ele alma imkanını da beraberinde getirdi. Cumhuriyet’in ikinci yarısından, özellikle de 1980’lerden itibaren sokak köpekleri ciddi bir “tıbbileştirmeye” tabi tutuldu ve köpekler kısırlaştırma, aşılama, küpeleme aşamalarından geçirilmeye başlandı.
“Tıbbileştirme”, yani sokak köpeklerini tıbbi olarak ele alma, sokak köpekleri arasında yeni kategorileştirmelere de yol açtı. İmha ve dışarı atma yöntemlerine oranla daha az maliyetli ve “insancıl” olan bu yöntem, tüm sokak köpeklerinin yöntemin kapsamına dahil edilmesi imkanını sağladı. Küpeleme yöntemiyle kurumsal iktidarın kontrol altına aldıklarının belirginleşmesi de tıbbileştirmeden hiçbir sokak köpeğinin kaçamayacağı anlamına geliyor. Kısacası, Türkiye’deki sokak köpeklerinin tarihi “dışarı atma” “imha” “kapatma” ve “tıbbileştirme” kavramlarıyla yeniden ele alınıp incelenmeyi hak ediyor. Bu inceleme, sadece sokak köpekleri hakkında değil, Türk modernleşmesi hakkında da bazı ipuçları verecek olması açısından bir hayli önemlidir.
Hemen belirteyim, bu kategorileştirme belli bir yöntemin uygulandığı bir dönemde başka bir ele alma biçiminin olmadığı anlamına gelemez. Antalya’daki olayda olduğu gibi tıbbileştirmenin karakteristik bir özellik olduğu dönemde devletin sokak köpeklerine yönelik “imha” politikasını uygulamış olması bir itiraz olarak ileri sürülemez. Bunun da en önemli sebebi imhanın toplumda yarattığı rahatsızlıktır. Devlet söylemi, normalleşmiş ele alma biçimlerine tekabül eder. Bunu imha politikasına itirazlarda ve bunun karşılığında tıbbileştirme savunusunda açıkça görebiliriz.
Devlet söylemi sadece kurumların belli meseleleri belli bir şekilde ele almaları anlamına gelemez, bu ayrıca söz konusu kurumların bu ele alma biçimlerinin toplumsal kabulünü de içinde barındırır. Aynı amaca hizmet eden tıbbileştirmenin değil de, imhanın bu kadar tepki çekmesinin nedeni de bu işlemin devlet söyleminin ikinci kısmıyla uyuşmamasıdır.