Star, Açık Görüş, 5 Eylül 2012
Ahmet Davutoğlu 1997’de Perception dergisinde kaleme aldığı bir yazısında şu tespiti yapıyor: “Dünyanın diğer kısımlarında demokratik değer ve mekanizmaları teşvik eden Batılı güçler Müslüman dünyasındaki demokratik olmayan rejimleri desteklediler. Mantık basitti: Müslüman dünyadaki demokratik bir sistem Batı karşıtı İslamcı rejimlere yol açabilir. Böylesi bir akıl yürütme Batı’nın temel motivasyonunun demokratik değerlerden çok kendi çıkarlarının olduğunu ortaya koyuyor. Bazı Müslüman ülkelerdeki yozlaşmış askeri bürokratik elit bu korkuyu sömürmüş ve küresel sistemik güçlerle Müslüman dünyadaki demokratik süreçleri yıkmak için işbirliğine gitmiştir”.
Davutoğlu’nun bu ifadeleri AKP dış politikasının
temel amacının ne olduğunu büyük ölçüde ortaya koyan bir alıntı olarak okunabilir. Mevcut uluslararası yapı Müslüman dünyasında (bu Türkiye olarak da okunabilir) askeri bürokratik yapıların sürekliliğine imkân sağlamakta ve bunu değiştirmenin yolu da bu sürekliliği mümkün kılan hâkim akıl yürütmenin değişmesinden geçmektedir. Bu bağlamda bugüne kadarki söylem ve pratiklere baktığımızda (AB ile ilişkiler, Medeniyetler İttifakı projesi vs.) rahatlıkla söylenebilir ki, AKP dış politikası temelde bu akıl yürütmeyi geçersizleştirecek bir zemin üzerinden yürümüştür.
Dış politika üzerinden ülkedeki askeri bürokratik yapıyı tasfiye etmeye imkân sağlayan ikinci ayak ise yine Davutoğlu’nun ifadeleriyle “‘Türkiye’nin etrafı düşmanlarla çevrilidir’ psikolojisinden ve buna bağlı gelişen savunmacı refleksten kurtulmak” diğer bir ifadeyle komşularla sıfır sorun ilkesi olmuştur. Batı’daki genel akıl yürütmeyi altüst etmek nasıl bürokratik askeri yapı üzerine kurulu Kemalist hegemonik bloğun dış onayını ortadan kaldırmışsa, komşularla sıfır sorun da bunu tamamlayan bir şekilde askerin ayrıcalıklı pozisyonunu normalleştiren iç akıl yürütmeyi değiştirmiştir. Dolayısıyla dış politika üzerinden Kemalist bloğa ve onu iktidar ilişkilerindeki hâkim pozisyonunu sürekli kılan kurumsal yapılara yönelik bu çift taraflı tahrip Türkiye’deki iktidar ilişkilerinin dönüşmesine yönelik yapılan analizlerde gözden kaçırılmaması gereken en önemli unsurdur. Diğer bir ifadeyle, dış politik söylem ve pratikleri “ulusal çıkar” gözlüğünden okuduğumuzda ıskalayacağımız en önemli ayrıntı bu söylem ve pratiklerin iktidar ilişkilerinde (sürdürülmesinde, altüst edilmesinde, değişmesinde, ya da yerini yenisinin almasında) ne anlama geldiği konusudur. Bugün komşularla sıfır sorun ilkesine ilişkin yapılan analizlerin birçoğu da bu ayrıntıyı ıskalamakla maluldür.
Kemalizmle hesaplaşmanın bir yönü
Türkiye dış politikası çalışmaları ile bilinen İlhan Uzgel Radikal İki’deki yazısında “Komşularla sıfır sorunun en önemli yönünün Kemalizmle dış politika üzerinden yürütülen bir hesaplaşma girişimi” olduğunu “ve bugünkü haliyle bu denemenin” başarısızlıkla sonuçlandığını öne sürmektedir. Yukarıdaki temel savlar kapsamında Uzgel’in ilk iddiası ne kadar doğruysa ikinci söylediği de bir o kadar eksik. İlk iddiası dış politikanın aslında içeride işleyen iktidar ilişkilerinde devreye sokulan bir strateji olduğunu doğruluyor ve komşularla sıfır sorunun hem söylemsel ve hem de pratik düzlemde hâkim Kemalist dili marjinalleştirdiği, zayıf düşürdüğü ve tasfiye ettiğini açıkça ilan etmektedir. İkinci iddiası ise farklı bir zemine kayarak dış politikanın dışarıdaki çıktılarından hareketle başarısız olduğunu ve sorun çözmek yerine sorun üreten bir hal aldığını ileri sürmektedir. Oysa cümle ilk iddia ile aynı zeminde (içerideki iktidar ilişkileri üzerindeki etkisi) devam etseydi komşularla sıfır sorunun “başarılı” olduğunu ve Kemalist dilin devlet söylemi noktasındaki hâkim pozisyonunu tasfiye ettiğini söylemiş olacaktı.
Bu yeni dış politikayı Kemalist dış politika anlayışı
na bir alternatif olarak okumak yerine, Kemalist dış politikanın içerideki Kemalizmin hâkim pozisyonunu normalleştirip süreklileştiren işlevi karşısında ortaya çıkan tasfiye edici bir dil olarak görmek gerekir. Diğer bir ifadeyle komşularla sıfır sorun “çifte direniş” olarak işlev görmüş ve Kemalist hegemonya ile mücadele eden politik dili dış politika üzerinden normalleştirmiş, (yeniden) onaylamış, hatta ona alan açarak söylem alanını baskın bir şekilde belirlemesine imkân sağlamıştır.
Diğer bir ifadeyle bu politikanın yürütücülerine önemli bir konuşma alanı açmış ve hâkim Kemalist dili o zamana kadar kıyıda köşede kalmış (marjinalleştirilmiş) alternatifleri ile açık bir rekabete sokmuştur. Diğer taraftan da Kemalist hegemonik bloğun bu ülkedeki en önemli kurumsal koruyucusu olan ordunun (dış politikadaki) ayrıcalıklı konuşma alanını elinden alarak politik alandan tedrici tasfiyesini mümkün kılmıştır. Bu nedenle komşularla sıfır sorun politikasının Kemalist blok üzerindeki hem söylemsel hem de kurumsal tahribatı sanıldığından çok daha büyüktür ve Uzgel’in iddia ettiği üzere bu yönüyle “başarılıdır”. Bu anlamda komşularla sıfır sorun politikasının hedeflediği tasfiyeyi tamamlayıp en önemli işlevini kaybettiği (bir anlamda misyonunu doldurduğu) ve yerini yeni bir söyleme bıraktığı bir ortamda eleştirilmesi tesadüf değildir. Nitekim bu eleştiriler söz konusu söylemsel geçişi mümkün kıldığından diğer bir ifadeyle mevcut hegemon bloğun kendisini yenilemesine imkân sağlayan söylemsel alanı ürettiğinden dolayı radikal bir eleştiri olmaktan uzaktırlar.
Hegemon bloğun bu yeni dili tam da Arap Baharı sürecinde ipuçlarını verirken, ısrarla 2000’lerin ilk on yılı boyunca iktidar ilişkilerinin değişiminde devreye girmiş söylemsel bir stratejinin yeni dış politik söylemi anlamlandırmada kullanılıyor olması hâkim dilin işleyiş biçimini ıskalama tehlikesiyle maluldür. Mevcut muhafazakâr hegemonik bloğun Kemalizm ile hesaplaşması iktidar ilişkilerini değiştirme noktasında bütünüyle bitmiş olmasa da, bu hesaplaşmanın artık komşularla sıfır sorun üzerinden değil, başka dile getirme biçimleri üzerinden yeni iktidar ilişkilerini sağlamlaştırma bağlamında (“çifte dışlama”) sürdüğünü fark etmek gerekiyor.
Yan anlamların restorasyonu
Arap Baharı ile tarihe karışan eski rejimlerin Kemalizm ile özdeşleştirilmesi, demokrat-diktatör ikiliğinin sürekli bir şekilde hatırlatılması, Türkiye modeli yerine AKP modelinin dolaşımda olması yeni tarihsel dönemde Kemalizmin bütünüyle tasfiyesinin (daha da önemlisi sürekli bir şekilde öteki konumunun beslenmesinin) ve karşılığında muhafazakâr hegemonik bloğun normalleştirilmesinin araçları olarak okunabilir. Bu durumda
Uzgel’in argümanlarından birinde biraz düzeltmeye gidersek AKP’de cisimleşen muhafazakâr bloğun ötekisinin bugüne kadar Kemalizm olduğu ve AKP’nin dış politikasını bu ötekinden bağımsız düşünmenin mümkün olmadığı söylenebilir. Fakat bugüne kadar Kemalizm AKP için hegemon bir ötekini temsil ederken, bugün için özellikle söylemsel düzlemde tahakküm altına alınmış bir öteki olmuştur. Tam da bu nedenle Kemalizmin yan anlamları (otoriter, baskıcı, elitist, halkın çıkarına olmayan) dış politik söylemler üzerinden sürekli bir şekilde yeniden restore edilmektedir.
Sonuç olarak tekrarlamak gerekirse, dış politikayı sadece kimlik ve fark üzerinden okuyup ve iktidar ilişkilerini analiz dışına bırakmanın en önemli problemi farklı iktidar ilişkilerinde söylemlerin farklılaşabildiği olgusunu ıskalamaktır. Bu nedenle Kemalizm ve muhafazakâr blok arasındaki iktidar ilişkilerinin son birkaç yıllık süreçte yer değiştirdiğini bir tarafa bırakarak yapılan analizler eksik kalmaya mahkûmdur.
Etiketler | Ahmet Davutoğludış politikaTürkiye |