Son dönem Türkiye siyaseti çalışanlar genelde Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) özelde ise Ahmet Davutoğlu kontrolündeki dış politika için “Neo-Osmanlıcı”, “Mezhepçi” ve “İslami Kemalizm” gibi kavramlar kullanıldığına aşinadırlar. Nasıl AK Parti ve Davutoğlu Kemalizm, ulus-devlet ve Batıcılık üzerinden “eski rejim” ile hesaplaşıyorsa, AK Parti ile hesaplaşanların belirli kavramlar ve stratejiler üzerinden bu iktidar savaşını yürütmeleri gayet normal bir durum. Olması da gereken bu, zira antagonizma bütün toplumları ve düşünceleri imkânlı kılan şeydir. Okumuş yazmış kesimden beklenenin bu kavramları sahiplenmeleri ya da reddetmeleri olduğunu düşünmüyorum. Yani “bütün siyasal tartışmaların üzerinde yer alan” bir aydın tavrı gibi hayli modern bir akademik dünya tasavvurum yok. Tam da bu nedenle her şeyden daha çok akademik metinlerin yapıbozuma tabi tutulması gerektiğini (kendiminkiler de dâhil) düşünürüm. Üstelik bunun en çok da “objektifmiş gibi” iddiasında olan metinlere karşı yapılması gerektiğini savunurum.
2014’ün Ağustos ayında Marmara Üniversitesi’nden Behlül Özkan, İngiliz araştırma kuruluşu Uluslararası Stratejik Çalışmalar Enstitüsü’ne bağlı Survival dergisinde “Türkiye, Davutoğlu ve Pan-İslamcılık Düşüncesi” başlıklı bir makale yayımladı. Yazının temel iddiası, Davutoğlu yönetimi altındaki Türk dış politikasının 2. Dünya Savaşı öncesi Almanya’sında olduğu gibi yayılmacı, Lebensraum peşinde olan pan-İslamcı bir özellik gösterdiğidir. Yine Özkan’a göre, Davutoğlu’nun “yayılmacı” tutkusu temelde Ortadoğu’ya yöneliktir ve 2009’dan önce danışman olarak ekonomik parametreler üzerinden gerçekleştirdiği bu amacını özellikle Arap Baharı’ndan sonra dışişleri bakanı olarak buradaki İslamcı hareketler üzerinden siyaseten yürütmeye çalışmıştır. Fakat bu hem bölgenin hem de Türkiye’nin “gerçekleri” ile uyuşmayan tutkulu bir politika olduğu için fiyasko ile sonuçlanmıştır.
Makale hızla Türkiye siyasetinde dolaşıma girdi ve kısa süre içinde Davutoğlu’nun pan-İslamcı “düşüncesi ve politikaları” için doğrulayıcı bir referansa dönüştü. Amberin Zaman’ın yazarla yaptığı kapsamlı röportajdan Cengiz Çandar’ın övgü dolu yazısına kadar makale çok sayıda popüler kanaat üretici alana dâhil oldu. Dolayısıyla Özkan’ın yazısı ve tespitleri bir kenarda kalmış akademik bir şey olmadı, aksine popüler siyaset tartışmalarında kendine güçlü ve tekrarlayıcı bir yer bulabildi. Bu nedenle makale, sadece akademik “sorunları” ile değil aynı zamanda iktidar mücadelesinde işgal ettiği pozisyon bağlamında da ele alınmayı hak ediyor. İlk olarak birçokları tarafından da tespit edilen makaledeki temel sorun ile başlamak istiyorum.
Özkan akademisyen olan Davutoğlu’nun 1980’lerin ikinci yarısı ve 1990’larda yaptığı “pan-İslamcı” tespit ve analizlerinin siyasetçi Davutoğlu’nun dış politikasını anlamada kullanılabileceğini savunuyor. “Bir İslamcı her zaman İslamcıdır” varsayımının güçlü bir şekilde kendini ifşa ettiği bu tespit Davutoğlu’nu zaman ve koşullara göre değişmeyen bir özne olarak alması nedeniyle hayli modernite kokan bir bakış açısı özelliğine sahip. Özkan’ın kısa süre önceki çalışmalarında post-yapısalcı teorik arkaplanı göz önüne alındığında özneye böylesine merkezi rol veren yaklaşımı bir hayli ironik. Misal 1990’lardaki yazılarının Bosna ve Çeçenistan deneyiminin çıktıları olduğunu görmek, 11Eylül’ün Davutoğlu üzerindeki etkisini çözümlemek ve en son olarak da Arap Baharı deneyiminin kendisini ve düşüncelerini nasıl etkilediğini ortaya koymak Özkan’ın çalışmasının bir sorunu değil. Çalışmanın temel sorunu bütün bu koşullarda yaşanan değişime rağmen nasıl bir pan-İslamcının her zaman pan-İslamcı olduğunu ortaya koymak. Bu durumda yazar indirgemeci ve özcü okumalara geri dönmüş. Dolayısıyla Davutoğlu’na yönelttiği 21. Yüzyıl’da hala 20. Yüzyıl başı mantalitesiyle siyaset yapıyor şeklindeki suçlama kolaylıkla yazara da yöneltilebilir. Modernitenin özneye verdiği merkezi ve sarsılmaz rolün aşıldığı bir zamanda bireyi yapılan analizlerde yeniden merkezi bir konuma taşımak.
Makalenin ikinci temel sorunu verilen örneklerle yapılan tespit arasındaki ciddi uçurum. Özal’ın neo-Osmanlıcılığı için yazarın verdiği örneklerin neredeyse tamamı AK Parti dönemi hatta Davutoğlu’nun dışişleri bakanı olduğu dönemden sonra da karşımıza çıkan örnekler. Yazar’a göre Özal AB üyeliğine 1987’de başvurmuş, Kafkaslar ve Balkanlar’da nüfuzunu genişletmeye çalışmış, Kürt meselesini reformlarla çözmeye girişmiş, Irak’ı Ankara’nın kontrolüne almaya çabalamış vs (s. 128). Bütün bu pratikler AK Parti ve Davutoğlu dönemlerinde de karşımıza çıkmasına rağmen nasıl oluyor da Özal Neo-Osmanlıcı iken Davutoğlu pan-İslamcı olabiliyor? Yazar bu soruya açıklık getirmek noktasında sadece Davutoğlu’nun Özal’a yaptığı eleştirileri ortaya koyuyor. Fakat bu, yazarın Özal’ın neo-Osmanlıcılığını pratikler üzerinden kanıtlarken, Davutoğlu’nun pan-İslamcılığına neden akademik hayatta iken yazdığı yazılarda kanıt aradığı sorusunu cevaplamıyor.
Üçüncü temel sorun ise yazıda çok sayıda havada kalmış tespitin bulunması. Örneğin bir yerde 2009’dan önce Davutoğlu’nun dış politikaya temel katkısının Ortadoğu ile ilişkilerde olduğunu söylüyor (s. 132). Diğer bir ifadeyle yazara göre Davutoğlu danışmanlığı döneminde dahi temel tutkusu olan Ortadoğu’ya odaklanmış diğer bölgeler onun fazla ilgisini çekmemiştir. Bu tespit hem pratikle uyuşmuyor hem de yazıda bu tespiti doğrulayacak ne bir kaynak ne de örnekler görebiliyoruz. Türk Havayollarının temel Ortadoğu şehirlerine uçuş yapması ve Ortadoğu ülkeleri ile ticaretin artmasının bu ilgiye bir örnek olarak sunulması tek kelimeyle “tuhaf”. Tuhaf çünkü istatistiki olarak sorunlar içerdiği gibi, bu iki gelişmeyi Abdullah Gül ve diğer AK Parti aktörlerini dışarıda bırakarak Davutoğlu’na atfetmek de sorunlu bir yaklaşım. Neden istatistiki olarak sorunlu olduğunu anlama noktasında aşağıda Kemal Kirişci ve Nil Kaptanoğlu’nun yaptığı bir çalışmada Türkiye’nin ticari ilişkilerinin bir dökümü var.
Yine aşağıda Güneş Murat Tezcür ve Alexandru Grigorescu’un hazırladığı bir tablo mevcut. Tablo Türkiye’nin 1980 sonrası dönemde Ortadoğu ile yaptığı ticaretin toplam ticaretteki yüzdesi ile petrol fiyatlarındaki değişimi gösteriyor. Görüldüğü üzere 1980’lerin başında Ortadoğu ile ticaretin toplam ticarette oluşturduğu pay ile 2000’lerin ilk on yılındaki pay aşağı yukarı aynı. Tezcür ve Grigorescu bu dalgalanmanın en önemli sebebi olarak petrol fiyatlarındaki değişimi gösteriyor. Yani onlara göre ideolojik kaymadan daha çok Ortadoğu’nun ticaretteki payını belirleyen önemli ölçüde petrol fiyatları olmuş.
Çok sayıda sorundan daha bahsedilebilir. Fakat yukarıdaki sorunların dışında benim için makalenin geneline sinen en önemli sorunu “Batıcı, rasyonel, ulus-devletçi” mantaliteye yapılan güzellemedir. Yazarın makale boyunca kurduğu temel dikotomi yani Davutoğlu’nun belirli bir görüşünün neden problemli olduğunu açıklarken karşısına koyduğu “problemsiz seçenekler” yazının en sorunlu yanını oluşturuyor. Örneğin, makalenin bir yerinde Davutoğlu’nun düşüncelerinin “rasyonel düşünce” yerine tarihsel kaderle ilişkili bir ilham üzerine temellendiğini söylüyor (s. 130). Peki, “rasyonel düşüncenin” dikotominin iyi tarafını temsil ettiğini nereden bilebiliyoruz? Yine makalenin bir yerinde Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç gibi şairlerin “retorik” düşüncelerini ciddiye almayan bir Türk elitinden bahsediliyor (s. 120). Bu Türk eliti kimdir ve düşüncelerin retorikten ibaret olduğuna bunlara referansla nasıl karar verebiliyoruz? Makalenin Davutoğlu ile en önemli sorunu ise Davutoğlu dış politikasının, “daha az ideolojik” Batıcı ve ulus-devletçi geleneksel çizginin dışına çıktığı yerlerde göze çarpıyor. Tam da bu nedenle Davutoğlu’nu “istisnalaştıran” yazar, Türk dış politikasının başka, Davutoğlu dış politikasının başka şeyler olduğu sonucuna varıyor (s. 137).
AK Parti ve Davutoğlu dış politikasını eleştirebilecek birçok nokta mevcut. Örneğin izlenen dış politikanın ekonomi politiğine bakmak bize yeni ekonomik sınıf ve onun oluşumu hakkında çok sayıda ipucu verebilir. Fakat bunu bütünüyle faile indirgemek yani tek bir kişiye indirgemek yine bizi Özkan’ın düştüğü tuzağa çekecektir. Aynı şekilde AK Parti’nin eski rejimle hesaplaşma ve yeni bir siyasal rejimi kurma noktasında nasıl bir söylem geliştirdiğini anlamada dış politika hayli verimli bir alan. Fakat bu analizi yaparken pratikleri içinde oluştuğu dönemden koparmamak ve onlara farklı zaman koşullarında köken aramamak gerekiyor. Ne de olsa hayat dediğimiz şey öyle projeler üzerinde işleyen düz çizgisel bir şey değil…
[…] Davutoğlu ve Pan-İslamcılık Düşüncesi” başlıklı makalesine yönelik bu blogda yazdığım bir eleştiri yazısının genişletilmiş halidir. Eylül 2014’te kaleme alındı ve […]
[…] deeper and more academic critique of Özkan’s work that has attracted particular attention was posted on the personal website of Ali Balcı, an associate professor at Sakarya University. Balcı doesn’t take issue with Özkan’s use of […]